AİHM, 07.12.2021 Tarihli Yasin ÖZDEMİR başvurusu

YASİN ÖZDEMİR v. TÜRKİYE (Başvuru no. 14606/18)

Yasin Özdemir v. Türkiye davasında, Jon Fridrik Kjølbro, başkan, Yargıçlar Aleš Pejchal, Valeriu Griţco, Egidijus Kūris, Branko Lubarda, Pauliine Koskelo, Saadet Yüksel, Ve Bölüm Yazı İşleri Müdürü, Hasan Bakırcı’nın katılımıyla toplanan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (ikinci dairesi), Türkiye Cumhuriyeti aleyhine Sayın Yasin Özdemir (başvurucu) tarafından İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına İlişkin Sözleşme'nin ("Sözleşme") 34. maddesi uyarınca 12 Mart 2018’de Mahkeme’ye yapılan başvuruyu dikkate alarak (no. 14606/18) , Sözleşme’nin 10.maddesi kapsamındaki şikayetlerin Türk Hükümeti'ne ("Hükümet") bildirilmesine ve şikayetlerin geri kalanının kabul edilemez olduğuna karar vererek, tarafların beyanlarını göz önünde bulundurarak, 16 Kasım 2021’de yapılan müzakere sonrası, Aynı tarihte aşağıdaki kararı vermiştir:

 

GİRİŞ

1. Başvuru, Nisan 2015'te sosyal medyada Fetullahçı örgüt ve lideri lehine yaptığı yorumlardan dolayı, suçu ve suçluyu övme gerekçesiyle Ceza Kanunu’nun 215. maddesi uyarınca, başvurucuya yönelik mahkumiyet kararına ilişkindir. Başvurucu, Sözleşme'nin 10. maddesine dayanarak, uyuşmazlık konusu yorumları yayınladığı tarihte, söz konusu örgütün bir terör örgütü olarak bilinmediğini ileri sürmektedir.

 

 OLAYLAR

2. Başvurucu 1980 doğumludur ve Adana'da yaşamaktadır. Üniversite mezunudur ve ilgili tarihte öğretmen olarak çalışmaktaydı.

3. Hükümet kendi görevlisi,Türkiye Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Dairesi Başkanı Sayın Hacı Ali Açıkgül, tarafından temsil edilmiştir.

4. 3 Haziran 2016'da Isparta Başsavcılığı, Isparta Emniyet Müdürlüğü'ne sosyal ağlarda (Facebook, Twitter, Instagram) terör örgütlerine (PKK/KCK, DHKP-C, YPG, PYD) mensup olan veya bu örgütler adına propaganda yapan internet kullanıcıları ile ayrıca cumhurbaşkanı ve diğer devlet görevlilerini karalamak, devlet kurumlarını aşağılamak, nefret suçuna teşvik, suç işlemeye teşvik, suçu ve suçluyu övme veya görevlerini yerine getirirken yetkililere hakaret etme suçu işleyen internet kullanıcılarının kimliklerinin belirlenmesi talimatı vermiştir.

5. Haziran 2016'da, Isparta Emniyet Müdürlüğü, (hükümet yanlısı eğilimli) Yenişafak gazetesinin Fetullahçı örgüte yönelik köşe yazılarına veya haberlerine tepki olarak başvurucunun Facebook'ta yaptığı yorumlardan müteşekkil gizli olarak sınıflandıran bir rapor hazırlamıştır. Bu yorumlar şu şekildedir: “Hâkim kararı veya benzeri bir şey olmadan onlara (terör) örgüt(ü) diyorsunuz. Başsavcının delili apaçık olduğu halde yolsuzluk diyemiyorsunuz (17-25 Aralık 2013 olaylarına atıfta bulunarak). Burada adalet nerede... Bu hayatta olmasa da öbür dünyada hesap vermek zorunda kalacaklar” (10 Nisan 2015 tarihli Yenişafak gazetesinde “Fetullahçı terör örgütü” başlığıyla yayımlanan yazıya ilişkin yorum). “AKP'nin dindar gençliği dinsizlik yapıyor, bakanı Kuran'la alay ediyor; iftiralar ve yalanlar ahlakları haline geldi, yolsuzluğu ganimet olarak görüyorlar, kendilerini desteklemeyen insanları putperest olarak nitelendiriyorlar, kendilerini eleştirenleri CHP'li olarak nitelendiriyorlar, kimileri Allah'ı kaynak olarak gösterir, kimileri Allah'ın sıfatlarını başkasına yükler, kanlı bir terör örgütüyle el eledirler. Bu genç topluluğu bıraktığım için mutluyum, Allah yollarını düzeltsin ve onları doğru yola getirsin.” (11 Nisan 2015 tarihli Yenişafak gazetesinde manşet altındaki "Mahkeme paralel yapıya FETULLAHİST TERÖR ÖRGÜTÜ adını verdi.” başlıklı yazıya yapılan yorum) “At yalanı” (Başvurucu tarafından 11 Nisan 2015 tarihinde Yenişafak gazetesinde yayımlanan "Paralel yapı ve KCK, 7 Haziran genel seçimlerinde sandıkları manipüle etmek için her iki tarafta da harekete geçti, sandıkta paralel oyun ("Sandıkta Paralel Oyun" ) başlıklı yazıya ilişkin yaptığı yorum) “Betül Kayaalp lütfen insanlara iftira atmayın… Esrar bağımlısı dediğiniz insanlar sigara bile içmiyordu, ama siz esrardan yardım isteyecek durumda olabilirsiniz. Mason olsaydı, malı ve mülkü olurdu. Davası olan gerçek bir adam, İDEALİST. KENDİNİ İNSANLIĞA ADAMIŞ. Allah'ın inayeti ile 170 ülkede Türk bayrağını dalgalandırıyor, Allah'tan ve Peygamber'den bahsediyor, saygı duyun, lütfen kıskanmayın bu insanlar zararsızdır, çok iftira atılıyor, faaliyet göstermesinin yasak olduğu ülkelere bakarsanız mason olmadığını anlarsınız” (Yenişafak'ın "Fethullah Gülen Mason mudur?" başlıklı yazısına ilişkin 11 Nisan 2015 tarihinde yapılan yorum).”

6. 15 Temmuz 2016 darbe girişiminin ardından olağanüstü hal döneminde Bakanlar Kurulu, terör örgütleriyle bağı, irtibatı veya iltisakının olduğunun tespit edilmesi halinde, öğretmenlerin ki de dahil olmak üzere bazı meslek gruplarına mensup kişilere ilişkin çalışma izinlerinin Milli Eğitim Bakanlığınca iptal edilmesine yetki veren 667 sayılı Kanun Hükmünde Kararname'yi kabul etmiştir. 28 Temmuz 2016’da, bu kanun hükmünde kararname kapsamında, daha önce aynı kanun hükmünde kararname ile kapatılan "terör örgütü FETÖ/PDY”yle irtibatlı özel bir eğitim kurumunda çalıştığı gerekçesiyle Isparta Valiliği tarafından başvurucunun çalışma izni iptal edilmiştir.

7. Başvurucu, 15 Temmuz 2016 darbe girişiminin ardından Isparta Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından başlatılan soruşturma kapsamında 3 Ağustos 2016 tarihinde polis tarafından gözaltına alınmıştır. FETÖ/PDY örgütüne üye olduğundan veya bu örgüt lehine propaganda yaptığından şüphelenilmiştir.

8. Başvurucu 24 Ağustos 2016 tarihinde savcılık önünde ifadesini vermiştir. Kendisine yöneltilen iddiaları reddederek, sosyal medya yorumlarında terör örgütünü övme veya devlet görevlilerine iftira gibi bir niyetinin olmadığını belirtmiştir. Birçok başvurusu arasından ona olumlu yanıt veren tek okul olduğu gerekçesiyle Altınbaşak Ortaokulu'nda sosyal bilgiler öğretmeni olarak bir dönem geçici sözleşmesi olduğunu ifade etmiştir. Sorgunun sonunda savcı başvurucunun tutuklanmasını talep etmiştir.

9. Akabinde 24 Ağustos 2016 tarihinde sulh ceza hakimliği, başvurucunun "terör örgütü lehine propaganda yapmak" suçunu işlediğine dair kuvvetli şüphe bulunduğu gerekçesiyle tutuklanmasına karar vermiştir.

10. 29 Ağustos 2016 tarihinde, Facebook'ta yaptığı paylaşımlar (bakınız yukarıda 6. ve 9.paragraflar) nedeniyle savcılık tarafından, terör örgütü lehine propaganda yapmak suçlamasıyla, başvurucu aleyhine bir iddianame sunulmuştur. 1 Eylül 2016'da Isparta 2. Ağır Ceza Mahkemesi iddianameyi kabul etmiştir.

11. 26 Ekim 2016 tarihinde ağır ceza mahkemesinde görülen ilk duruşmada başvurucu, iddia makamı tarafından isnat edilen Facebook yorumlarının ifade özgürlüğü kapsamına girdiğini, yasadışı bir örgütün propagandasını yapmak gibi bir niyetinin olmadığını, Facebook sayfasının sadece arkadaşlarına açık olduğunu ve başkaları tarafından görülemeyeceğini, Altınbaşak Ortaokulu yönetimi ile fikir ayrılıkları yaşadığını ve Isparta'da başka bir ortaokulda göreve başladığını ifade etmiştir.

12. 26 Ekim 2016 tarihli duruşmanın sonunda ağır ceza mahkemesi, yurt dışı çıkış yasağı getirerek başvurucunun şartlı tahliyesine karar vermiştir.

13. 30 Kasım 2016 tarihli kararla, Isparta 2. Ağır Ceza Mahkemesi, başvurucunun eylemlerinin suçu ve suçluyu övme kapsamına girdiğini tespit ederek, Türk Ceza Kanunu'nun 215. maddesi uyarınca başvurucuyu yedi ay on beş gün hapis cezasına çarptırmıştır. Ağır ceza mahkemesi, başvurucunun kabul etmesinin ardından, (başvurucunun beş yıl boyunca benzer bir mahkumiyet almamış olması halinde hüküm doğurmayacak olan) hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar vermiştir. Bu sonuca varmak için ağır ceza mahkemesi aşağıdaki değerlendirmelere yer vermiştir: "Yukarıda belirtildiği gibi, 11 Nisan 2015 tarihli gazete haberinde yer alan 'at yalanı' yorumunda herhangi bir suç unsuru tespit edilmemiştir; aynı tarihte yayınlanan ikinci yorum, 10 Nisan 2015 tarihli üçüncü yorum ve bilhassa "Burada adalet nerede... Bu hayatta olmasa da öbür dünyada hesap vermek zorunda kalacaklar", aynı günün dördüncü yorumu olan "AKP'nin dindar gençliği dinsizlik yapıyor." sözleriyle başlayan cümleleri ve bilhassa "kanlı bir terör örgütüyle el eledirler. Bu genç topluluğu bıraktığım için mutluyum, Allah yollarını düzeltsin ve onları doğru yola soksun” sözlerinin terör örgütünün kullandığı güç, şiddet ve tehditleri meşrulaştırması veya övmesi olası değildir; bir bütün olarak ele alındığında, bu yorumlar terör örgütüne karşı başkalarını kışkırtacak, teşvik edecek veya etkileyecek propagandalar yapmamaktadır. Ancak bu yorumlar, salt bir düşünce ve kanaat ifadesi olarak da kabul edilemez; kullanılan ifadeler düşünce ve kanaat ifadesinin ötesine geçerek terör örgütünün işlediği suçlara ilişkin olumlu bir algıyı yansıtmaktadır; Yargıtay'ın yerleşik içtihatları da bu yöne işaret etmektedir (bakınız, Yargıtay Genel Kurulu'nun kararı 17/04/2007 / 69-99 EK). Türk Ceza Kanunu'nun 215. maddesinde belirtilen suçun oluşabilmesi için açık ve yakın bir tehlikenin ortaya çıkması gerekir. Mevcut bağlamda, ülkemizin söz konusu terör örgütü tarafından hükümeti devirmeye yönelik bir girişimde bulunulmasının ve bunun sonucunda birçok masum insanın şehit olmasının açık ve yakın bir tehlikenin artık ortaya çıktığı anlaşılmıştır. Kuşkusuz, açık ve yakın tehlike baştan beri mevcut bulunmaktaydı."

14. Aynı kararda, Isparta 2. Ağır Ceza Mahkemesi, FETÖ/PDY'nin teşkilat yapısını ve çalışma yöntemlerini hatırlattıktan sonra, silahlı kuvvetlerde veya güvenlik güçlerinde yer alan aktif üyeleri aracılığıyla ülkede çeşitli operasyonlar gerçekleştirmiş olması nedeniyle silahlı bir örgüt olduğunu tetkik etmiştir. Suriye'de İslamcı eğilime sahip örgütlere teslim edileceği iddia edilen silahları taşıyan ve istihbarat servisine ait olan tırların jandarma tarafından durdurulmasına ilişkin “MİT (tırları)“ davasında, jandarmanın örgütün silahlarını kullandığını belirtmiştir. Bu örneğin, FETÖ/ PDY'nin silahlı terör örgütü olduğunu da ortaya koyduğunu değerlendirmiş ve bu bağlamda Emniyet Genel Müdürlüğü'nün bu niteliğini teyit eden bilgi notlarını hatırlatmıştır.

15. 7 Aralık 2016'da başvurucu, 30 Kasım 2016 tarihli karara itiraz etmiştir. 3 Ocak 2017 tarihinde, Isparta 1. Ağır Ceza Mahkemesi başvurucunun itirazını, ilk derece mahkemesi duruşma tutanağına, dosyada yer alan delillere ve ilk derece mahkemesinin hakimlerinin kesin kanaatlerine göre vardığı sonuçlar ışığında, itiraz edilen kararda herhangi bir hukuka aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle reddetmiştir. 30 Kasım 2016 tarihli karar böylelikle kesinleşmiştir.

16. Başvurucu 10 Şubat 2017 tarihinde Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucu, özellikle, Türk Ceza Kanunu'nun 215. maddesi uyarınca suçu ve suçluyu övmekten mahkum edilmesiyle eşinin kamu görevinden uzaklaştırılmasından ve görevden alınmasından şikayetçi olmuştur.

17. 24 Temmuz 2017 tarihinde Anayasa Mahkemesi, Yasin Özdemir'in ilgili kanun hükmünde kararnamelerin kabulünü müteakip idari işlemlerle 4 YASİN ÖZDEMİR v. TÜRKİYE çalışma izinlerinin iptal edilmesine ilişkin talebini inceleyerek başvurucunun hukuk düzeninde kendisine sunulan idari yolları ve yargı yollarını tüketmeden başvurusunu yapmış olmasından ötürü iç hukuk yollarının tüketilmemesi gerekçesiyle başvurunun kabul edilemez olduğuna karar vermiştir. 

İLGİLİ YEREL YASAL ÇERÇEVE

18. Anayasa’nın 15. maddesi şu şekildedir: "Savaş, seferberlik, sıkıyönetim veya olağanüstü hallerde, milletlerarası hukuktan doğan yükümlülükler ihlal edilmemek kaydıyla, durumun gerektirdiği ölçüde temel hak ve hürriyetlerin kullanılması kısmen veya tamamen durdurulabilir veya bunlar için Anayasada öngörülen güvencelere aykırı tedbirler alınabilir. Birinci fıkrada belirlenen durumlarda da, savaş hukukuna uygun fiiller sonucu meydana gelen ölümler dışında, kişinin yaşama hakkına, maddi ve manevi varlığının bütünlüğüne dokunulamaz; kimsenin, vicdan, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz ve bunlardan dolayı suçlanamaz; suç ve cezalar geçmişe yürütülemez; suçluluğu mahkeme kararı ile saptanıncaya kadar kimse suçlu sayılamaz."

19. Ceza Kanunu’nun 215. maddesi şu şekildedir: "İşlenmiş olan bir suçu veya işlemiş olduğu suçtan dolayı bir kişiyi alenen öven kimse, bu nedenle kamu düzeni açısından açık ve yakın bir tehlikenin ortaya çıkması hâlinde, iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır."

HUKUKİ DEĞERLENDİRME

I. SÖZLEŞME’NİN 10. MADDESİNİN İHLAL EDİLDİĞİ İDDİASI 

20. Başvurucu, hakkında verilen mahkumiyet kararını ifade özgürlüğünün ihlali olarak görmektedir. Başvurucu, Sözleşme’nin aşağıdaki gibi düzenlenen 10. maddesine dayanmaktadır: "1. Herkes ifade özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak, kamu makamlarının müdahalesi olmaksızın ve ülke sınırları gözetilmeksizin, kanaat özgürlüğünü ve haber ve görüş alma ve de verme özgürlüğünü de kapsar. Bu madde, Devletlerin radyo, televizyon ve sinema işletmelerini bir izin rejimine tabi tutmalarına engel değildir. 2. Görev ve sorumluluklar da yükleyen bu özgürlüklerin kullanılması, yasayla öngörülen ve demokratik bir toplumda ulusal güvenliğin, toprak bütünlüğünün veya kamu gü- venliğinin korunması, kamu düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın, başkalarının şöhret ve haklarının korunması, gizli bilgilerin yayılmasının önlenmesi veya yargı erkinin yetki ve tarafsızlığının güvence altına alınması için gerekli olan bazı formaliteler, koşullar, sınırlamalar veya yaptırımlara tabi tutulabilir." 

A. Kabul edilebilirlik

21. Hükümet, ilk olarak, iç hukuk yollarının tüketilmediğine ilişkin itirazda bulunmuştur. Anayasa Mahkemesi'nin başvurucunun ifade özgürlüğüne ilişkin şikayetlerini incelemediği doğru olsa bile, 24 Temmuz 2017 tarihli yalnızca kamu görevinden çıkarılmaya ilişkin kararının ardından, başvurucunun yeni bir bireysel başvuruda bulunmadığı veya karar düzeltme için başvurmadığını ifade etmiştir.

22. Başvurucu, ifade özgürlüğü ile ilgili şikayetlerini Anayasa Mahkemesi önünde olması gerektiği gibi ileri sürdüğünü ve bu şekilde kendisine sunulan olağan hukuk yollarını tükettiğini belirtmiştir.

23.  Mahkeme, yerleşik içtihadına göre, yargılamanın yenilenmesi veya nihai bir kararın düzeltilmesi talebinin olağanüstü bir hukuk yolu teşkil ettiğini ve başvurucunun 35 § 1 maddesinde belirtilen iç hukuk yollarının tüketilmesi kuralı amaçları doğrultusunda olağanüstü bir hukuk yoluna başvurması gerekmediğini tekrar etmektedir (bakınız, diğerlerinin yanı sıra, Kiiskinen ve Kovalainen v. Finlandiya (k.e.k.), no. 26323/95, CEDH 1999V, Korzeniak v. Polonya, no. 56134/08, § 39, 10 Ocak 2017 ve Merter ve diğerleri v. Türkiye, no. 2249/03, § 33, 23 Mart 2010). Ayrıca, başvurucunun Sözleşme kapsamındaki haklarının ihlali iddiasıyla ilgili şikayetini, Anayasa Mahkemesi tarafından kabul edilemez ilan edilmiş olmasına rağmen, özü itibariyle yeterli derecede ileri sürdüğü için, başvuru yolunun kullanıldığını değerlendirmektedir (Magyar Kétfarkú Kutya Párt v. Macaristan [BD] ], §§ 53, 56-57). Hükümet, mevcut davada bu ilkelerin terk edilmesini gerektirecek herhangi bir özel argüman ileri sürmediği için Mahkeme bu itirazı reddetmiştir.

24. Ayrıca Hükümet, aleyhinde bir mahkumiyet kararı bulunmadığı takdirde, başvurucunun mağdur statüsüne sahip olduğunu iddia edemeyeceğini ileri sürmüştür. Bu bağlamda, başvurucu aleyhine başlatılan ceza yargılaması sonunda hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verildiğini, bu kararın kendisine herhangi bir yükümlülük veya sınırlama getirmediğini ve beş yıllık erteleme süresinin bitiminden sonra tüm sonuçlarıyla birlikte ortadan kalkacağını ifade etmiştir.

25. Başvurucu ifade özgürlüğünün ihlal edildiği kanaatindedir.

26. Mahkeme, hükmün açıklanmasının geri bırakılması tedbirinin, ilgili kişinin ifade özgürlüğünün ihlali nedeniyle doğrudan zarara uğrayacağı ceza yargılamasının sonuçlarını önlemeye veya gidermeye yetmediği kanaatindedir (bakınız, kıyasen, Aslı Güneş v. Türkiye (k.e.k.), no 53916/00, 13 Mayıs 2004, Yaşar Kaplan v. Türkiye, no 56566/00, §§ 32-33, 24 Ocak 2006 ve Ergündoğan v. Türkiye, no.48979/10, § 17, 17 Nisan 2018). Bu nedenle bu itiraz reddedilmelidir.

27. Mahkeme, başvurunun Sözleşme'nin 35. maddesinde yer alan diğer gerekçeler nedeniyle açıkça dayanaktan yoksun veya kabul edilemez olmadığına karar vererek, başvurunun kabul edilebilir olduğunu beyan etmektedir.

 

B. Esas

1. Tarafların beyanları

28. Başvurucu, hakkında verilen mahkumiyet kararını ifade özgürlüğünün ihlali olarak görmektedir. Bu konuda ihtilaf konusu yorumları yazdığı tarihte, söz konusu örgütün bir terör örgütü olarak bilinmediğini ve bu örgütün lideri hakkında kesinleşmiş bir mahkumiyet kararı verilmediğini savunmaktadır. Ayrıca, yukarıda alıntılanan gazete makaleleri hakkındaki yorumlarının, söz konusu zamanda mevcut siyasi tartışmaların bir parçası olduğunu savunmaktadır.

29. Hükümet, ilk olarak, Türk Ceza Kanunu'nun 215. maddesinin başvurucu aleyhine verilen mahkumiyet kararının yasal dayanağını oluşturduğunu belirtmiştir. Söz konusu tarihte öğretmen olan başvurucunun 10 ve 11 Nisan 2015 tarihlerinde FETÖ/PDY örgütünün terör örgütü olduğunu bilmediğinin kabul edilemeyeceğini ifade etmiştir. Başvurucunun böyle bir terör örgütünün varlığından habersiz olamayacağı yönündeki iddiasını desteklemek için - FETÖ/PDY hakkında 2015 yılı ve öncesinde yürütülen soruşturma ve kovuşturmalar, Milli Güvenlik Kurulu'nun 30 Ekim 2014 ve sonrasında yapılan çok sayıdaki toplantıları sonucunda kamuoyuna açıklanan kararlar, 7 Şubat 2012'deki MİT (istihbarat teşkilatı) krizi, 17/25 Aralık 2013 tarihinde gerçekleştirilen operasyonlar (bazı hükümet üyelerinin akrabalarına karşı yolsuzluk iddiaları) 1 ve 19 Ocak 2014'te MİT kamyonlarının durdurulması (Suriye'deki İslamcı gruplara silah taşıdıkları iddiasıyla) - gibi çeşitli olaylara atıfta bulunmuştur. FETÖ/PDY’nin, en üst düzey devlet ve hükümet yetkilileri tarafından silahlı terör örgütü olarak nitelendirildiğini ve bu açıklamaların kamuoyuyla da paylaşıldığını sözlerine eklemiştir. Milli Güvenlik Kurulu'nun 30 Ekim 2014 ve sonrasında yaptığı çok sayıda toplantı sonucunda kamuoyuna açıklanan, FETÖ/PDY’nin ulusal güvenliği tehdit eden, devlet içinde hukuka uygunluk kisvesi altında yasa dışı faaliyetlerde bulunan bir terör örgütü olduğunu ve bu terör örgütüne karşı tüm devlet kurum ve birimlerinin, birlikte ve etkin bir şekilde mücadele etmesi gerektiğini belirttiği kararları örnek olarak gösterilmiştir.

30. Hükümet ayrıca itiraz edilen müdahalenin kamu güvenliğini, ulusal güvenliği ve toprak bütünlüğünü koruma meşru amacını güttüğünü ve özellikle verilen cezanın hafif doğası göz önüne alındığında gerekli ve orantılı olduğunu ileri sürmüştür. Ayrıca Mahkeme'yi ifade özgürlüğünün ihlaline ilişkin şikayetleri değerlendirirken 21 Temmuz 2016 tarihli derogasyon bildirimini dikkate almaya davet etmektedir. 

2. Mahkeme’nin Değerlendirmesi

31. Mahkeme, başvurucunun ceza mahkumiyetinin yanı sıra başvurucuyu beş yıllık bir denetim süresine tabi tutan ve bu yargılama sonucunda verilen hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının sahici ve etkili kısıtlamalar olarak incelenebileceği ve bu nedenle, başvurucunun Sözleşme'nin 10. maddesiyle güvence altına alınan ifade özgürlüğü hakkını kullanmasına bir "müdahale" teşkil ettiğini değerlendirmektedir (Erdoğdu v. Türkiye, no.25723/94, § 72, CEDH 2000-VI, Dilipak v. Türkiye, no.29680/05, § 51, 15 Eylül 2015, Ergündoğan, yukarıda anılan, § 26, ve Selahattin Demirtaş v. Türkiye (no. 3), no 8732/11, § 26, 9 Temmuz 2019; ayrıca bakınız, aksi yönde, Otegi Mondragon v. İspanya, no 2034/07, § 60, CEDH 2011).

32. Böyle bir müdahale, bu maddenin 2. paragrafının gerekliliklerini karşılamadığı sürece, Sözleşme'nin 10. maddesinin ihlalini teşkil edecektir. Bu nedenle, müdahalenin, "kanunla öngörülmüş", bu fıkra kapsamındaki bir veya daha fazla meşru amaçtan esinlenmiş ve bu amaçlara ulaşmak için "demokratik bir toplumda gerekli" olup olmadığının belirlenmesi gerekmektedir.

33. Mahkeme, ifade özgürlüğüne yapılan müdahalenin "kanunla öngörülmüş" olması koşuluna ilişkin içtihadından kaynaklanan ilkelerin, yakın zamanda Centro Europa 7 S.r.l. ve Di Stefano v. İtalya [BD] (no. 38433/09, §§ 140143, CEDH 2012) ve Selahattin Demirtaş v. Türkiye (no. 2) [BD] (no. 14305/17, §§ 249-254, 22 Aralık 2020) kararlarında özetlediği şekliyle, mevcut dava için de geçerli olduğunu değerlendirmektedir.

34. Mahkeme, mevcut davada uygulanan yasal hükümlerin, özellikle de ceza kanununun hükümlerinin erişilebilirliği konusunda taraflar arasında bir tartışma olmadığını gözlemlemiştir. Bu nedenle Mahkeme, mevcut davada yorumlandığı ve uygulandığı şekliyle. iç hukukun başvurucunun mahkumiyetine yol açan yorumları yayınladığı sırada öngörülebilir olup olmadığını inceleyecektir.

35. Söz konusu müdahalenin öngörülebilirliği ile ilgili olarak, Mahkeme, terörle mücadelenin yanı sıra terörle mücadele ceza kanunlarının yazılma tarzına bağlı zorlukları dikkate almaktadır. Koşullar gereği, Taraf Devletler, uygulaması yargı makamları tarafından pratikte verilen yoruma bağlı olan oldukça genel formüller kullanırlar. Bu bağlamda, ulusal yargıçlar, kanunu yorumlarken bireye keyfiliğe karşı yeterli koruma sağlamalıdır (Selahattin 8 YASİN ÖZDEMİR v. TÜRKİYE Demirtaş (no 2) [BD], yukarıda anılan, § 275, Sabuncu ve diğerleri v. Türkiye, no 23199/17, § § 229-230, 10 Kasım 2020). Mahkeme, hükümetlere yönelik eleştirilerin, terörist olarak kabul edilen örgütlerle herhangi bir irtibat veya örgütlere destekle ilgili olarak özellikle ciddi cezai suçlamalarla sonuçlanmaması gerektiği kanaatindedir. İfade özgürlüğü hakkının kullanımını silahlı terör örgütüne üye olmak veya silahlı terör örgütüne destek vermekle eşitleyen ceza hukuku hükümlerinin geniş bir şekilde yorumu, böyle bir bağlantının somut bir kanıtının yokluğunda, diğer şeylerin yanı sıra, bir yasanın niteliğinin temel bir unsuru olan öngörülebilirliğini baltalayacaktır (bakınız, kıyasen, Selahattin Demirtaş (no. 2), yukarıda anılan, § 280, Mehmet Hasan Altan v. Türkiye, no.13237/17, § 205, 20 Mart 2018, Sabuncu ve diğerleri, yukarıda anılan, § 148 ve Şık v. Türkiye (no.2), no.36493 / 17, § 117, 24 Kasım 2020).

36. Mevcut davada Mahkeme, ceza yargılamasının farklı aşamalarında başvurucuya karşı çeşitli suçlamalarda bulunulduğunu gözlemlemektedir. Tutuklanmasının esnasında terör örgütüne üye olmakla suçlanırken savcılık tarafından hazırlanan iddianamede terör örgütü propagandası yapmakla suçlanmıştır. Sonunda, başvurucu suçu veya suçluyu övmekten dolayı mahkum edilmiştir. Mahkeme nihai olarak, başvurucunun mahkumiyetinin yalnızca gazete yazıları hakkında Facebook'ta yazdığı yorumlara dayandığını kaydetmiştir.

37. Mahkeme, bu yorumların esas olarak başvurucunun güncel siyasi meseleler hakkındaki görüşlerinden oluştuğunu kaydetmektedir: Fetullahçı örgütle mücadelede idari ve yargısal makamlarca alınan tedbirlere ilişkin ilgilinin eleştirileri, 17/25 Aralık 2013 tarihlerinde yolsuzluk iddialarına ilişkin başlatılan yargısal soruşturmaların temelindeki olaylar hakkındaki bakış açısı, siyasi iktidarın muhalefete karşı yürüttüğü politikaları eleştirmesi ve siyasi iktidarın silahlı İslamcı bir örgütle iddia edilen ilişkilerine yönelik eleştirileri.

38. Mahkeme, yayınlandıkları sırada bu mesajların, hassas konulardaki kamusal tartışmalar bağlamında ifade edilen fikir ve görüşleri içerdiğini, benzer fikirlerin halihazırda sadece fetullahçı hareketin üyeleri tarafından değil, muhalif siyasi partiler de dahil olmak üzere yasal muhalefet ve ulusal ve uluslararası medya tarafından da ifade edildiğini gözlemlemektedir. Mahkeme özellikle, bu görüşlerin hiçbir şekilde şiddeti teşvik etmediğini ve isyana çağrı yapmadığını kaydetmektedir. Fetullahçı hareketin bazı üyelerinin bu görüşlerin bazılarını sebep göstererek yaklaşık on beş ay sonra darbe girişiminde bulunması, yukarıdaki kamusal tartışmalarda bu tür görüşleri ifade etme özgürlüğüne ilişkin bulguları etkilemediği kanaatindedir.

39. Mahkeme bu hususta, bir yandan kamusal tartışmalarda hükümete yönelik eleştiriler ile ile diğer yandan terör örgütlerinin şiddet eylemlerini haklı çıkarmak için öne sürdükleri gerekçeler arasında kafa karışıklığına yol açan bir ceza hukuku yorumunun, ne kamusal özgürlükleri tanıyan Türk ulusal hukukunun ne de kişiyi bu geleneksel özgürlüklerin keyfi ihlallerine karşı koruyan Sözleşme hükümleri ile bağdaşacağını hatırlatmaktadır (Sabuncu ve diğerleri, yukarıda anılan, §§ 178-179).

40. Mahkeme ayrıca, söz konusu zamanda, grubun bazı yürütme organları tarafından tehlikeli olarak kabul edilmesine rağmen, Fetullahçı hareketin üyelerinin yasadışı veya terörist bir örgütün lideri veya üyesi olduğuna dair nihai bir mahkeme kararının bulunmadığını da kaydetmektedir. Nitekim hareketin eğitimsel ve dini bir cemaat mi olduğu ya da devlet organlarına yasa dışı sızmayı amaçlayan bir örgüt mü olduğu başvurucunun söz konusu yorumları yaptığı zaman olan Nisan 2015'te kamuoyunda hararetli tartışmalara konu olmuştur.

41. Mahkeme ayrıca, suçun ve suçlunun övülmesi olarak düşünülen ifadelerin suç olarak kabul edilmesi için diğerlerinin yanında ilgili ifadelerin kamu düzeni için açık ve yakın bir tehlike barındırması şartına bağlanmak suretiyle, Türk Ceza Kanunu madde 215(1)’in sanıklar aleyhine aşırı geniş bir şekilde yorumlanmasına karşı teminatlar öngördüğünü not etmektedir. Mahkeme, başvurucuyu mahkum eden ceza mahkemesinin, başvurucunun Nisan 2015'te yayınlanan yorumlarında yer alan ifadelerinden çok sonra gerçekleşen Temmuz 2016'daki darbe girişiminin böyle bir tehlike oluşturduğunu değerlendirdiğini gözlemlemektedir. Ancak Mahkeme, başvurucunun, açık şekilde hükümet aleyhinde olan, ancak kamusal tartışmalara barışçıl müdahaleler oluşturan ve herhangi bir isyan çağrısı içermeyen söz konusu yorumlarının, bir yıldan fazla bir süre sonra gerçekleşecek darbe girişimi gibi kamu düzeni için gerçek ve yakın bir tehlike oluşturabileceğini makul olarak öngörmesi beklenemeyeceğini değerlendirmektedir. Mahkumiyetin tersten yürütülen bir argümana dayandırılması, ilgili yerel mahkemenin bu davada yaptığı gibi, yasanın aşırı geniş yorumlanması ve bu yargı yetkisinin yasama organı tarafından kamuya açık tartışmalarda barışçıl görüşlerin ifadesini baskılayan belirsiz suçlamalara karşı öngörülen engelin dolanılması anlamına gelmektedir.

42. Yukarıda belirtilen unsurlar ışığında Mahkeme, ilgili ceza hukuku hükmünün (Ceza Kanunu'nun 215. maddesi) bu kadar geniş bir yorumunun söz konusu zamanda başvurucu için öngörülebilir olmadığı kanaatindedir.

43. Sözleşmenin 15. maddesine ve Türkiye’nin derogasyonuna ilişkin olarak Mahkeme, Cumhurbaşkanı’nın başkanlığında toplanan ve Anayasa'nın 121. maddesi uyarınca hareket eden Bakanlar Kurulu'nun olağanüstü hal sırasında, gözaltına alınan veya tutuklanan kişiler için iç hukukta tanınan usuli güvencelere önemli sınırlamalar getiren çeşitli kanun hükmünde kararnameler çıkardığını kaydetmektedir. Ancak mevcut davada, başvurucunun mahkum edilmesi, Ceza Kanunu madde 215(1) uyarıncadır. Özellikle belirtmek gerekir ki, Ceza Kanunu madde 215(1) olağanüstü hal süresince herhangi bir değişikliğe uğramamıştır. Nitekim, mevcut davada hükmedilen ceza, olağanüstü hal ilanından önce ve sonra geçerli olan mevzuata dayanılarak verilmiştir. Sonuç olarak, söz konusu durumda derogasyona ilişkin bir uygulama söz konusu olmadığı için bu mahkumiyetin Sözleşme'nin 15. maddesinin gerektirdiği koşullar altında değerlendirilmesinin uygun olduğu düşünülemez.

44. Başvurucunun ifade özgürlüğüne yönelik hakkının kullanımı dahilindeki bu müdahalenin kanunun nitelik şartını karşılamadığını tespit ederek Mahkeme, Sözleşme'nin 10. maddesinin ihlal edildiği sonucuna varmıştır. Bu sonuç, müdahalenin 10. maddenin 2. paragrafında sıralanan meşru amaçlardan birini veya birkaçını izleyip izlemediğini ve "demokratik bir toplumda gerekli" olup olmadığını değerlendirmeyi gereksiz kılmaktadır.

II. SÖZLEŞME’NİN 41.MADDESİNİN UYGULANMASI

45. Sözleşme’nin 41.maddesi uyarınca: "Eğer Mahkeme bu Sözleşme ve Protokollerinin ihlal edildiğine karar verirse ve ilgili Yüksek Sözleşmeci Taraf’ın iç hukuku bu ihlalin sonuçlarını ancak kısmen ortadan kaldırabiliyorsa, Mahkeme, gerektiği takdirde, zarar gören taraf lehine adil bir tazmin verilmesine hükmeder."

46. Başvurucu, başvuru formunda Sözleşme'nin ihlal edildiğini, tazminat ve masraf ve giderlerin ödenmesi için Mahkeme'ye başvurduğunu belirtmiş olmasına rağmen tebliğ aşamasında adil tazminat talepleriyle masraf ve giderlerini net bir şekilde talep etmeyi ihmal etmiştir. İç tüzüğe uygun olarak oluşturulmuş bir talebin bulunmaması halinde Mahkeme, yalnızca Nagmetov v. Rusya [BD] (no.35589/08, §§ 74-82, 30 Mart 2017) davasında belirtilenler gibi istisnai durumlarda tazminata hükmedebilmektedir. Mevcut dava. özellikle Mahkeme'nin ihlal kararının, başvurucunun talebi üzerine hakkında şikayette bulunduğu ceza yargılamasının Türk hukuku kapsamında yeniden incelenebileceği ihtimali nedeniyle, bu istisnai durumlardan birine girmemektedir. Bu koşullar altında Mahkeme, başvurucuya tazminat ile masraf ve giderler için herhangi bir meblağ ödenemeyeceği kanaatindedir.

TÜM BU NEDENLERLE, MAHKEME, OYBİRLİĞİYLE

1. Başvurunun kabul edilebilir olduğuna,

 

2. Sözleşme’nin 10. maddesinin ihlal edildiğine karar vermiştir.

Fransızca olarak yazılan bu karar daha sonra İçtüzük’ün 77. maddesinin 2. ve 3. fıkralarının uyarınca 7 Aralık 2021'de yazılı olarak tebliğ edilmiştir.